Alman Federal Meclisi’nde (Bundestag) Auschwitz’in kurtuluşunun 80’inci yılı anıldı. Ülkenin insanlık tarihindeki en dehşet verici yılları, ırkçılığa bir kez kapı aralamanın nelere mâl olduğunu sürekli hatırlatıyor. Ancak, suçlu geçmişini kamusal olarak sürekli anmak Almanya’da ırkçılığın her biçimiyle, her alanda topyekûn yüzleşildiği anlamına gelmiyor. Böyle olmasaydı Alman Federal Meclisi çatısı altında soykırım kurbanı Yahudileri anma konuşmalarının hemen ardından, sığınmacı ve göçmenlerin Almanya sınırlarından geri çevrilmesini düzenleyen İltica Durdurma Planı, faşist parti Almanya için Alternatif’in (AfD) sağladığı çoğunluk oyu ve sevinç gösterileriyle geçmezdi.
AfD’ye göre ‘demokrasi kazandı.’ Oysa tam tersi, beş maddelik önerge, göçmenlere Almanya’nın kapılarını kapatırken çok tehlikeli bir ideolojinin taraftarlarına kapıları açıyor: Karar, Almanya’da son 50 yılda hoşgörü ve eşitlik gibi insani değerler üzerine temellenen görüşlerden geri dönüldüğü anlamına geliyor.
Aslında bu geri dönüş meclisteki bu oylamayla değil, çok önce Almanya’nın da sınırlarını aşan peş peşe olaylarla başladı. Aşırı sağdan giderek faşist ideolojiye kayan popülist siyasetin taşları ‘demokrasi beşiği’ Batı’da bir süredir yavaş yavaş döşeniyor. Aşırı sağ Avrupa Parlamentosu seçimlerinde güçlendi; Macaristan, Avusturya ve İtalya’da aşırı sağcı partiler seçimi kazandı; ABD’de ikinci kez yönetime gelen Donald Trump ve ekibinin ‘ulusun çıkarlarını’ koruyan yabancı düşmanı politikaları giderek Avrupa’da da taraftar topluyor. Almanya’da özellikle 7 Ekim’den beri göçmen nefreti giderek tehlikeli biçimde yükseliyor.
Tarihçi Niall Ferguson bir süre önce dünyanın büyük bir bölümünü etkileyen bir ‘hava değişiminden’ (vibe shift) söz etti; ona göre dünyadaki ruh hali köklü bir şekilde değişiyor. Havada olmayan bir kokuyu almıyor kimse veya durduk yere hayaller görmüyor. Somut olaylar, siyasetçilerin açıklaması bu iddiayı doğruluyor.
‘WE WILL MAKE EUROPE GREAT AGAIN!’
Almanya Hıristiyan Demokrat Birliği’nin (CDU) lideri ve başbakan adayı Friedrich Merz, ‘milli birlik’ politikalarıyla Almanya’yı tehdit eden ABD Başkanı Donald Trump’a önceki hafta tam da onun dilinden yanıt verdiğinde konunun buraya geleceği tahmin edilebilir miydi? Merz yaptığı konuşmada Almanya ve Avrupa’da ulusal çıkarlara daha fazla odaklanılması gerektiğini savundu. “Make America great again” (Amerika’yı yeniden büyük kıl) diyen Trump’a “We will make Europe great again!” (Avrupa’yı yeniden büyük kılacağız) diyerek yanıt verdi.
Bu açıklamadan sonra Merz, çarşamba günü kardeş partisi Hristiyan Sosyal Birlik (CSU) ile Meclis’e göçmen karşıtı iki tasarı getirdi. Kısaca ‘Birlik’ olarak anılan iki partinin sunduğu, hükümeti göç politikasında daha katı adımlar atmaya zorlayan iki önerge geçen 29 Ocak Çarşamba günü Alman Federal Meclisi’nde oylandı.
Yasadışı giriş teşebbüsünde bulunan tüm kişilerin geri gönderilmesini öngören ilk tasarı, Nazizm yanlısı aşırı sağcı AfD’nin de oylarıyla meclisten geçti. Tasarı 348 lehte, 345 aleyhte, 10 çekimser oy ile kabul edilirken 30 milletvekili oylamaya katılmadı. Merz ve Birlik partili milletvekillerinin yüzleri asılmıştı. Zira tasarının geçmesini sağlayan faşist parti AfD’nin oylarıydı ve daha oylama sırasında sevinç gösterileri yapıyorlardı.
CDU/CSU’nun 27 maddelik iç güvenlikte yeni bir politikaya geçilmesini öngören ikinci önergesi ise meclisteki diğer hiçbir partiden destek görmedi. Güvenlik yetkilerinin artırılması, IP adreslerinin üç ay saklanması ve yüz tanıma sistemlerinin yaygınlaştırılması gibi talepleri içeren tasarı 509 oyla reddedildi ve sadece 190 lehte oy aldı – bu sayı, Birlik milletvekilleri sayısından bile az.
Cuma günü ise CDU/CSU, meclise düzensiz göçü önlemek için başka bir tartışmalı tasarı sundu. İkincil korumaya ihtiyaç duyan sığınmacıların aile birleşimi haklarının kısıtlanmasını, federal polise, haklarında sınır dışı kararı verilen sığınmacıların gözaltına alınmasını veya tutuklanmasını talep etme konusunda daha fazla yetki veren tasarı, bu kez AfD’nin desteğine rağmen meclisten geçmedi. Tasarı 338 lehte, 349 aleyhte ve beş çekimser oyla reddedildi. Oylamaya 40 milletvekili katılmadı.
YÜZ BİNLER SOKAK GÖSTERİLERİ YAPTI
Ama son pişmanlık gerçekten fayda etmiyor. Çünkü, ilk tasarının Meclis’ten geçmesiyle AfD, göçmenlere karşı zaferini çoktan ilan etmişti. AfD’nin başbakan adayı Alice Weidel, ilk tasarının meclisten geçtiği gün X hesabında, “Almanya için tarihi bir gün, demokrasi için bir zafer!” yazdı.
Demokrasi için zafer mi gerçekten?
Almanya’da erken genel seçim 23 Şubat’ta yapılacak. Yabancı düşmanı politikaları savunan AfD’nin oylarını artırması huzursuzluk yaratıyor. Anketlere göre yüzde 30’un üzerinde oyuyla seçimden galip çıkacak CDU’nun başbakan adayı Merz defalarca AfD ile herhangi bir işbirliği yapmayacaklarını söyleyerek endişeleri yatıştırdı. Merz, çarşamba günkü önerge görüşmesine de kendince iyi başlamıştı. Oylama öncesi yaptığı konuşmada AfD ile arasına mesafe koydu. Auschwitz’in kurtuluşunu anarken AfD’nin eski lideri olan milletvekili Alexander Gauland’a dönüp onun 12 yıllık Nazi rejimini ‘kuş pisliği’ olarak niteleyen sözlerine atıfta bulundu ve “Bu sizin pisliğiniz” dedi.
Başbakan Olaf Scholz ise oturum başında Merz’e ‘kumar oynadığını’ söyledi ve onu ‘Avrupa hukuku uygulanmasın diyen popülistlerin diliyle konuşmakla’ suçladı. Oylama sonrasındaysa Yeşiller’in başbakan adayı Robert Habeck, Birlik partilerine, “AfD ile bu kadar önemli bir konuda işbirliği yapabiliyorsanız, başka nerelerde de yapacaksınız?” diye sordu.
Evet, Merz verdiği sözü, göç politikalarını sertleştirmeyi amaçlayan beş maddelik tasarının Meclis’ten AfD’nin oylarıyla geçmesiyle çiğnemiş oldu ve suçladığı faşistlerle aynı yere düştü.
CDU/CSU’nun meclise getirdiği her üç tasarının tartışmalı içerikleri, Almanya’da tepki çekti. Kitleler sokaklara çıktı. Protestoların önemli bir nedeni de elbette Birlik partilerinin AfD ile hareket etmiş olması. Habeck’in sorduğu soru pek çok kişiyi korkutuyor çünkü. Birlik, AfD ile bu kadar önemli bir konuda işbirliği yapabildiyse, seçimlerden galip çıktıktan sonra başka hangi konularda işbirliği yapacak?
Haberlere göre cuma gününden pazar akşamına kadar farklı kentlerde aşırı sağa karşı yapılan gösterilere 550 bin ila 700 bin civarında kişi katıldı. Pazar günü sadece Berlin’de polise göre 160 binden fazla, organizatörlere göre ise çeyrek milyon kişi sokaklara çıktı. Berlin’de Reichstag binası önünde toplanan kalabalıklar, daha sonra CDU genel merkez binasının önüne yürüdü, parti ve Merz aleyhine sloganlar atıldı.
NAZİ BENZETMESİ TEPKİ ÇEKTİ, CDU İSTİFA İSTİYOR
CDU/CSU cuma gününden beri karşılaştığı tepki karşısında kendini savunuyor. Özellikle göçmen karşıtı bu tasarının Meclis’ten geçtiği günün tarihsel özelliği sebebiyle… Auschwitz Anma Günü ile göç politikasına ilişkin güncel tartışmalar arasında dümdüz bağlantı kurulmasına öfkelenmiş durumdalar.
Örneğin Sosyal Demokrat Partili (SPD) Sağlık Bakanı Karl Lauterbach, X platformda yaptığı bir yorumda CDU lideri Merz’i, ‘Naziler tarafından desteklenmekle’ suçladı ve şöyle devam etti: “Bugün, Auschwitz’in kurtarılmasının 80’inci yıldönümünde, kuş pisliği tartışması yapıyoruz ve Friedrich Merz AfD’ye kur yapıyor. Temelde şunu söylüyor: Bana yardımı olacaksa, Nazilerin beni desteklemesine bile izin veririm. Ahlaki açıdan iflas etmiş durumda.”
CDU Genel Sekreteri Carsten Linnemann ise yaptığı basın toplantısında Sağlık Bakanı’nın bu açıklamasına tepki gösterdi; “Yazıklar olsun” diyerek, “Federal hükümetin bir üyesinin bile böyle bir günde Nazi benzetmesi yapması tam bir sapkınlıktır” dedi. CDU, Sağlık Bakanı’nın görevden alınmasını istiyor. Bakan Lauterbach paylaşımı silip özür diledi.
POPÜLER IRKÇILIK SİYASİ SÖYLEMDEN TÜRÜYOR
Siyasetçilerin birbirini suçlaması bir kenara her durumda yasaya karşı hafta sonu düzenlenen protestolar umut verici. Nitekim bugün, “AfD’nin yükselişinden korkuyor musun?” diye soracağınız pek çok Alman umutla cevap verecektir: “Yüzde 80 onlara oy vermiyor.” Evet, AfD’nin oyu sadece yüzde 20 civarında ve yüzde 80’in bir kısmı, sokağa çıkarak AfD’ye, aşırı sağa, ırkçılığa ve faşizme karşı sesini olabildiğince yükseltiyor.
Fakat umut verici mi gerçekten tüm bunlar?
Elit siyasi söylemin gücünü görmezden gelirsek öyle… Sokağın gücünü kimse yadsıyamaz ama siyasetin gücü de kamusal söylemi belirlemekten geliyor. Yapılan pek çok söylem analizi, popülist ırkçılığın birçok inancının ve önyargılı tutumunun siyasi söylemden türediğini defalarca gösterdi. Sonuçta, göçmenler veya azınlıklarla ilgili politikalara, alınacak tedbir ve yasaklara, uygulanacaksa eğer ‘pozitif ayrımcılığın’ sınırlarına, barınma, sosyal güvenlik ve eğitim gibi temel kaynaklardan ne kadar yararlanacaklarına siyasetçiler karar veriyor. Yani göçmenler ve azınlıklar konusunda, sınırları da söylemin bağlamını da onlar belirliyor. Siyasetçiler, etnik durumu tanımlamada karmaşık bir süreçte rol oynuyor ve bu rol, ırkçılığın yeniden üretilmesine katkıda bulunabiliyor.
Sokağın sesi, kitleler sokağa çıktığı müddetçe duyuluyor sadece – bir de birkaç yılda bir yapılan seçimlerde oylarının renginden… Oysa gazeteler, televizyonlar siyasetçilere her an ve her meselede kayıt cihazını ve mikrofonlarını uzatıyor, kamusal alandaki kürsülerde her zaman siyasetçiler konuşuyor, sosyal medya hesaplarında milyonlarca insana erişiyorlar. Güçleri de bu yüzden sadece maddi sosyal kaynaklara olan ayrıcalıklı erişimleriyle değil, aynı zamanda çeşitli kamu söylemi biçimlerine olan ayrıcalıklı erişimleri ve bunlar üzerindeki kontrolleriyle de tanımlanıyor.
İşte bu yüzden söylem analizine her zaman ihtiyaç var. Çünkü popülist ırkçılık bariz ve nettir; doğrudan ayrımcı olabilir. AfD’lilerin yaptığı gibi göçmenleri açık açık aşağılayabilir, Nazilerin imha politikalarını hatırlatırcasına onları ‘avlayacağını’ söyleyip göçmenleri geldikleri yere geri göndermekle tehdit edebilir.
Elitlerin gündelik ırkçılığı ise daha inceliklidir. Fark etmeden gündelik hayatınıza sızar, zamanla dili ele geçirir. Gündelik ırkçılık sinsidir. Holokost kurbanlarını anıp Almanya’nın suçlu geçmişiyle yüzleşirken bir taraftan göçmenlere karşı nefreti körükleyebilir. Nazilerle hesaplaşırken aynı zamanda ‘milli birlik’ kavramının karşısına ‘düşman imgeleri’ koyup ‘biz ve onlar’ ikiliği yaratabilir. Korunması gereken sınırları çizerken, bu sınırların ‘dış düşmanlar’ tarafından ‘tehdit altında’ olduğunu söyleyebilir. ‘Avrupa değerlerini’ savunurken, Avrupa sınırları ötesindeki ‘yabancıları’ bu ‘üstün’ değerlerin karşısında ve ‘sınırın ötesinde tutulması gereken düşmanları’ olarak sunabilir.
Çoğu zaman kötü niyetle de yapılmaz tüm bunlar. Savaştan sonra Almanya’yı ziyaret eden filozof Hannah Arendt’ın dediği gibi, ‘en temel olayları doğru bir şekilde değerlendireceğine güvenilemeyecek bir tür yaygın halk aptallığının baskısı altında’ da gerçekleşebilir olaylar.
Sonra bir gün AfD güçlenir, yabancılar için ‘onları avlayacağız’ der. O zaman geldiğinde, “Faşizm ne ara bu kadar yükseldi?” sorusu, gerçek bir yanıt almak yerine, geçmişle yüzleşmekten kaçmanın safça dile getirilişine dönüşür. Belki de hiç oraya gelmeden şunu sormak gerekir: Avrupa göçmenlerin sınırları geçmesi sebebiyle mi, yoksa yükselen ırkçılık sebebiyle mi bugün pek de güvenli değil?
More Stories
Ücretsiz gemi yolculuğu aniden çifte 47 bin dolara mal oldu: Sebep oldukça tuhaf…
Edirne Keşan’dan AK Parti’den CHP’ye ‘yol’ yanıtı
Meksika, ABD sınırına asker konuşlandırmaya başladı