Yönetmenliğini oyuncu ve çevre gönüllüsü Engin Altan Düzyatan’ın üstlendiği, dünyada plastik ve mikroplastik kirliliğinin yol açtığı sorunları konu eden “Sen De Fark Et” belgeseli geçtiğimiz günlerde Türkiye’deki izleyicileriyle buluştu. Sürdürülebilir Kalkınma Derneği Türkiye (SKD) iş birliğinde hayata geçirilen, SOCAR Türkiye’nin ana sponsorluğunu üstlendiği projede, DenizBank da destekçi olarak yer aldı. Çekimleri Tayland, Malezya, Filipinler, Japonya, İngiltere ve Türkiye’de gerçekleştirilen belgeselin yapım süreci 4 yılda tamamlandı. Üç bölümden oluşan ve toplam 90 dakika süren belgesel, plastik atıkların yolculuğu ve çevreye etkileri takip edilerek, plastik atık tehlikesi konusunda kitlesel farkındalık oluşturmayı hedefliyor. Toplumda sürdürülebilir uygulamaların benimsenmesine ve plastik atık kirliliğinin azaltılmasına katkıda bulunmayı amaçlayan belgesel, “Azalt, Yeniden Kullan, Geri Dönüştür” ilkesiyle daha temiz bir geleceğe doğru adım atılması gerektiğini vurguluyor. Biz de yapımcı, oyuncu ve aktivist Engin Altan Düzyatan ile konuştuk.
Engin Altan Düzyatan ilk belgeseli “Sen de Tanık Ol”da dezavantajlı toplumların temiz suya ulaşamamalarını ele aldığını söylerken “Sen de Fark Et” de ise modern toplumların sahip oldukları suya nasıl davrandıklarını, sulardaki mikroplastik oranlarını keşfetmek için yola çıktıklarını ifade ediyor. Belgeselin dört yıl süren bir çalışmanın sonucu olduğunu dile getiren Düzyatan, “İlk belgeselimde dezavantajlı toplumların suya ulaşamadığını ve temiz suya ulaşabilmek için kilometrelerce yürümek zorunda kalmalarını işlemiştim. Bu sadece Afrika’nın sorunu değil. Bu sorunu Kanada’da, Amerika’da, Türkiye’nin çeşitli köylerinde de insanlar yaşıyorlar. Dünyanın her yerinde yaşanan bir sorun aslında” diyor. Düzyatan, ilk belgeselinin ardından “Biz modern toplumlar olarak ne yapıyoruz ve suyumuza nasıl sahip çıkıyoruz?” sorusunun peşine düşmüş ve “Sen de Fark Et” isimli bir belgesel çekmeye karar vermiş. Düzyatan, “Yol bizi Uzak Asya’ya yönlendirdi. Çünkü Uzak Asya’da bir mutfak kültürü yok. Evlerde mutfak yok, sürekli dışarıdan sipariş veriyorlar ve dışarıdan yemekler yeniyor. Doğal olarak da çok fazla tek kullanımlık plastik üretiyorlar. Bir yandan da sekizinci kıta olan pasifik okyanusunda çöp adası var. Yaklaşık 20 milyon ton olarak okyanuslara döktüğümüz çöpler okyanus akıntılarıyla birlikte Uzak Asya’daki adalara ve oradaki sahillere vuruyor ve bölgede yaşananlar hepimizi etkiliyor. Bu sorunları gördüğümüzde neler yapabileceklerimiz üzerine yoğunlaştık. Bu noktada bireysel farkındalıkların ne kadar önemli olduğunu fark ettim” şeklinde konuşuyor.
Su kaynaklarının dünyanın her yerinde mikroplastiklerle kirletildiğinin altını çizen Düzyatan, “Uzak Asya’ya gittik. Malezya, Endonezya, Filipinler ve aynı zamanda bu konuda dünyanın en iyi ülkesi Japonya’ya gittik. Orada da en iyiyi gördük. Kamikatsu diye bir kasabada sıfır atığa ulaşmışlar. Çöplerini 65 parçaya ayırıyorlar. Bu belgeselde şunu fark ettik ki maalesef sularımız mikroplastiklerle kirleniyor. Bunun için bireysel olarak harekete geçmemiz gerekiyor. Belgeselle de harekete geçirmeyi istedik. Çünkü bir insan dünyayı değiştirebilir ve bir insanın aldığı bir hareket çevresinde birçok insanı etkileyebilir. Bir anda küçük gibi görünen bir hareketimiz bir anda çok büyük bir harekete dönüşebilir” ifadelerini kullanıyor.
Çocukluğundan beri çevre konusunda ayrı bir hassasiyeti olduğunu ifade eden Engin Altan Düzyatan, “Çocukluğumdan beri doğamızı korumamız gerektiği bilincinin farkındayım ve öyle yaşıyorum. Oturduğum sitede her şeyi ayrıştırıyorum. Hiçbir zaman yere çöp atmıyorum. Yerde çöp gördüğümde elimden geldiği kadar toplamaya çalışıyorum. Tek kullanımlık plastik neredeyse çok az kullanıyorum. Çocuklarıma da bu bilinci aşıladım. Evimde de doğayı korumak adına çalışıyoruz. Oğlumla geçenlerde bir sahile gittik. Denize atılmış kirli çöpleri gördü ve ‘Gerçekten bunu atanlara ailesi hiç öğretmemiş mi, nasıl bunu denize atmışlar?’ dedi. Bunu söyleyen çocuk dört yaşında. Dört yaşında bir çocuk bu bilince gelebiliyorsa bizim yaşımızdaki insanların artık bu bilinci oturtmuş olması ve çocuklarına öğretmesi gerekiyor” sözleriyle ailesiyle birlikte çevre konusundaki hassasiyetlerini dile getiriyor.
“Boş vakitlerimin çoğunu doğanın içinde geçiren bir insanım” diyen Düzyatan, “Ya denizin üstünde geçirmeye çalışıyorum ya da ormanda geçirmeye çalışıyorum. Doğanın için de yaşamanın insan için çok değerli olduğun düşünüyorum. İnsanın ruhunu besleyen bir şey. Bence dünyadaki bütün sorunlar insan doğadan kopunca başlıyor. Doğaya tekrar geri dönmemiz ve terse göç yapmamız, memleketlerimize göçüp köylerimizde tek katlı evlerimize geri dönmemiz gerekiyor. İnsan doğadan uzaklaştıkça aslında dertler artıyor. Ben doğayla iç içe yaşamanın kıymetli olduğunu düşüyorum” ifadelerini kullanıyor.